HA BEREKÂT

HA BEREKÂT
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A+ A-

 

 

1936 yılında dünyaya geldi İsmail Duman…

 

Göynük’te “Işıdı” namıyla tanınırdı. Kızardı böyle seslenildiğinde, olumsuz bir hatırası vardı, sebebi kendinde saklıydı. Güzel tebessüm ederdi, gülerken hüzünlü yüzünde güller açardı adeta. Ailesinin tek erkek çocuğuydu, özellikle babası çok sevmişti onu. Hz. İbrahim gibiydi sanki sevinci; “İsmail olmalı!” dedi. Öyle bir özlemle beklemişti evladını…

 

Ancak askerlik çağı gelip de askere kabul edilmemesiyle başladı hikâyesi İsmail’in.

 

Aslında o zaman fark etti dönüşü olmayan bir yola girdiğini. Öyle bir yoldu ki bu, kendisini bir şehrin sembolü olmaya götüren uzun, sancılı ve meşakkatli bir yoldu…

 

1971 yılında babasını bir trafik kazasında kaybetti. O günden sonra farklı bir döneme girdi. Aradığını bulamadığını düşünüyordu. Köyüne dönmek istedi her seferinde, fakat omuzları çökmüş bir şekilde gittiği o evde horlandı, sevilmedi. Tekrar şehre döndü, çünkü kalacak bir yeri yoktu, kimsesi yoktu. Kendisine kucak açacak birilerini aradı.

 

Kimi zaman eline sepeti alıp divane bir şekilde komşu köyleri dolaştı. Kimi zaman başka ilçelere gidip yumurta toplamaya başladı.

 

Babası, “Acı Duman” diye bilinirdi. Hac dönüşü Hicaz’da vapuru kaçırınca, zor koşullarda günlerce süren bir yolculuk sonrası dönebilmişti doğduğu topraklara. Yolda gördükleri ve yaşadığı olaylar, oğlu İsmail’e ilham vermişti.

 

Gençliğinde şişe toplayarak, odun keserek hayatına devam etti. Eski bir at arabasında yatıp kalktı. Sonrasında, babasının anlattıklarıyla belki de ondan esinlenerek otobüs önlerinde “selamet parası” toplamaya başladı. Cami çıkışlarında, şehrin sokaklarında, her yerde yardım isteyerek geçirdi hayatının geri kalan kısmını.

 

Çok defa şehir dışına çıktı, başka araçlarla Ali Fuat Paşa’nın yolunu tuttu. Babasının mezarını aramak ona huzur veriyordu. Kendini kimsesiz hissetmiş, uzun uzun uzaklara dalmış, sanki babası gelecekmiş gibi hep yolları gözlemişti.

 

Her seferinde daha büyük bir özlemle döndü Göynük’e. Döndüğünde muhakkak Akşemseddin Hazretleri’nin türbesine giderdi. Türbeyi gezmek, duvarlarına dokunmak, dualar etmek, sonra camiye gidip kimsesizlerin kimsesine sığınmak ona huzur verirdi. Türbenin yakınlarında kendine bir yer edinmişti. Hamamın arkasında… Kutsal yerler ona da kucak açmıştı.

 

Her daim söyleyecek bir sözü, anlatacak bir hikâyesi vardı. Dinleyecek birileri olsa, “Ah bir de gımıldamadan dursalar karşımda…” derdi. “Ah bir de gımıldamadan dursalar, ben neler anlatacağım neler…”

 

Sabahları erkenden kalkar, yolcu otobüslerinin önüne geçerdi. “Ha berekât!” deyip açardı avuçlarını. Yolcular onu gördü mü, sanki daha mutlu giderlerdi gidecekleri yere. Şapkasını ters çevirip, öyle alırdı yolcunun gönlünden kopanları.

 

Bazen bir çay ısmarlayan olurdu, soğutmadan höpürdeterek içerdi büyük bir zevkle. Sonra birileri, “Yak bir cigara, İsmail” derdi.

Islatırdı sigarasının ucunu, keyifle üflerdi dumanını.

 

Şehrin en güzel tepesine çıkar, bakardı uzaklara.

Biri, “İsmail, biz seninle yeğeriz değil mi la?” dediğinde,

“Tabii, tabii, tabii…” derdi ve dalardı gözleri uzaklara.

 

Bir yuva arardı kendine… “Ne olurdu sanki?” derdi.

“Benim de bir yuvam, benim de bir ailem olsa…”

Acıyla bakardı sağa sola, sonra hayatına kaldığı yerden devam ederdi.

 

Köyünden ayrıldığı ilk anlar geldi gözünün önüne.

Eski bir at arabasında yatıp kalktığı zamanlar…

 

Şehirde ne zaman bir sela okunsa,

sanki kendisinin asli göreviymiş gibi hemen hazırlanır,

eline su kabını alır, mezarlığın yolunu tutardı.

Öteki âleme gidenleri uğurlamak ona huzur veriyordu, belki de…

 

Aradan yıllar geçti…

Takvimler Eylül ortasını gösteriyordu.

 

1980 yılıydı…

Askerî darbenin ertesinde, göreve gelenlerce temizlik maksadıyla

zorla saç ve sakal tıraşı için götürüldü berbere.

 

Acı acı baktı ve dedi ki: “Sana da kalmaz!”

Gülüştüler aralarında.

 

Onunla alay edenler, “Şimdi adama döndün!” dediler.

Oysa hepsinden daha adamdı.

 

Bu yeni hâlini tanıyamadı.

Aynaya dönüp baktığında:

“Bu ben miyim?” dedi.

 

Gözyaşları içine damladı.

Kendisine gülenlere döndü, baktı ve içinden bir söz geçirdi:

 

“Felek, her türlü hesabı, cefasını toplasın gelsin!

Dönersem kahpeyim bu yolda!”

 

Soğuk bir Şubat günü ayrıldı aramızdan…

Belki kırgındı feleğe, bilinmez…

 

Mezarlığı, Arıkçayırı Köyü’ndedir.

Mekânı cennet olsun, güzel amcamızın…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

4 yorum yapılmış

  • Nermin (3 gün önce)
    Merhaba Mustafa oğlum ,bir tarih yaşanmış adı kalmış,adını yaşatmak için kaleme aldığımız için tebrik ve teşekkür ediyorum.. Çok duygulandım..ve çok üzüldüm 🥺 Ruhu Şâd mekanı cennet olsun 🤲🏼😟 emeğinize yüreğinize vücudunuza sağlık uzun ömürler diliyorum yolun açık olsun..🤲🏼❤️🌹
    0
    0
    Yanıtla
  • Nejat (1 ay önce)
    Emeğine sağlık kardeşim. Keyifle ama biraz da içim burkularak okudum.Seni tanımış olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorum.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Çok çok teşekkür kıymetli amirim ellerinizden saygıyla öpüyorum. Aynı duygular karşılıklı ben de sizi tanımaktan büyük mutluluk duydum
    0
    0
    Yanıtla
  • Fatih (1 ay önce)
    Güzel kardeşim, eline emeğine sağlık bir solukta okundu.
    %100
    %0
    Yanıtla