Göynük'te Eski Ramazan Sofraları

Göynük'te Eski Ramazan Sofraları
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A+ A-

Sabahın karanlığında uyanan bir çocuk… Dışarıda ayaz, içeride çıtır çıtır yanan sobanın sıcaklığı. Uykusu hâlâ göz kapaklarında ağır bir perde gibi asılı. Abdestini alıp sıcacık sobanın başına geçtiğinde, sobanın üzerindeki tencereden kaynayan suyun sesi duyulur. Suya atılan mantılar ve  kokusu, sahurun yaklaştığını gösterir. Ancak bu mantılar öyle kolay kolay her elin uzanabileceği cinsten değildir. Dedesi sabırsızlıkla mantıların çıkmasını beklerken, babaannesi ona el sürmesine izin vermez. O tatlı atışmaların içinde, uykusu dağılan çocuk da eline bıçağını alır ve mantıları kesmeye koyulur. Ama babaannesi dedesine bile kıyamazken, torununa hiç yedirmezdi.

Ev ahalisi uyandıkça sofra kurulurdu. Büyükçe bir sini ortaya konur, tepsi tepsi mantılar sırasıyla sofraya gelip giderdi. Kimi yemeğe odaklanır, kimi muhabbetin tadını çıkarırdı. Ramazan sadece oruçla değil, paylaşmakla da güzeldi. Köyde her akşam bir başka evde iftar olurdu. Misafir yarışına girerdi herkes. Ramazan’ı yalnız geçirmek olmazdı. Kimsenin evi boş kalmaz, kimse bir başına oruç açmazdı. En güzel iftar sofraları köy odalarında kurulur, yer sofralarına oturulurdu. Eski gaz lambalarının titrek ışığında edilen sohbetler, yemekten daha çok doyururdu insanı.

İftarın ardından, teravih vakti gelir, herkes camilere akın ederdi. Göynük’ün camileri Ramazan gecelerinde bir başka olurdu. Çocuklar avluda koşuşturur, büyükler namazdan sonra bir araya gelip uzun uzun sohbet ederdi. Kahvehanelerde çaylar demlenir, eski hatıralar anlatılır, meddah hikâyeleriyle geceyi şenlendirirdi.


Göynük’te Eski Ramazan Sofraları
İftarın ilk adımı, kahvaltılıklarla yapılırdı. Hurma, zeytin, tereyağı ve köy ekmeği sofrada yerini alır, bu başlangıç, iftarın o sıcak, huzurlu atmosferine adım atmayı simgeliyordu. Ardından, düğün çorbası servis edilirdi. O mis gibi kokan, kemik suyunun yoğun tadı, Ramazan’ın ilk yudumu gibiydi.

Sonra sırayla et yemeği gelir, arkasından dolmalar sofraya eklenirdi. Yaprak sarmaları ve nar gibi kızarmış biber dolmaları, sofranın gözdesiydi. İftarı tatlandıran bir diğer yemek ise hafif tatlı olarak sütlaç olurdu. O kremamsı yapısı, üzerine serpilmiş tarçın ve şeker, Ramazan’ın yumuşak geçişiydi.

Sonra bir su böreği servis edilir,  incecik açılmış hamurlarıyla, içindeki peynirin kokusuyla Ramazan sofralarını süslerdi. Yoğurtlu borana ise, iftarın olmazsa olmazlarından biriydi. Yumuşacık yoğurt ve sarımsaklı lezzetiyle iftar sonrası mideyi rahatlatır, bir nefes aldırırdı.

İftar sonrası ise bamya yemeği, üzerine pilavı ve tatlılarıyla sofralar tamamlanırdı. Bamya, hafif bir yemek olarak, aynı zamanda sahura hazırlık niteliği taşır, pilav ise yemeklerin tamamlayıcısıydı. Ve tatlı, her şeyin sonu olurdu. Şerbetli tatlılar veya sütlü tatlılar, sofradaki tüm lezzetleri taçlandırırdı.

Göynük’teki eski Ramazan sofralarının sıralaması çok özel ve çok hassastı. Her şeyin bir sırası vardı, çünkü bu sıralama, sofranın birbiriyle uyumlu ve huzurlu bir şekilde geçmesini sağlardı.

Ve o eski Ramazan sofraları belki şimdi yok ama anıları hâlâ yüreğimizde yaşıyor. Ramazan’ın ruhu, o sofraların ve o sofralarda edilen sohbetlerin derinliğinde saklıydı.

Belki artık herkes kendi evinde orucunu açıyor ama o eski günlerin hatırası hâlâ içimizi ısıtıyor. O eski iftar sofralarının lezzeti damaklarımızdan, o sohbetlerin sıcaklığı yüreklerimizden silinmiyor.

Hoş geldin, ya Şehr-i Ramazan!

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.