ÖĞRETMENİM, CANIM BENİM

ÖĞRETMENİM, CANIM BENİM
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A+ A-

Merhabalar değerli okurlar. 24 Kasım, 1928’de Mustafa Kemal Atatürk’e Millet Mektepleri Başöğretmenliğinin verildiği ve o tarihten bu yana da Öğretmenler Günü olarak kutlanagelen önemli bir tarih. 

Başımızın tacı öğretmenlerimiz ile ilgili olarak o kadar çok söylenecek / söylenilmesi gereken söz var ki, hangilerini söylesek, söylemediklerimizde kalır aklımız. Daha önceki yazılarımdan birinde de değindiğim üzere, Köy Enstitüleri geleneğinin uzantısı olan Öğretmen Okulları’ndan mezun bir ana babanın evladı olduğumdan, öğretmen denilince, eğitim-öğretim denilince adeta bam telime dokunulmuş hissederim. Zira bizim gibi tabandan gelen bir rönesansı olmayan ülkelerde öğretmenler, adeta birer Michelangelo’dur, Da Vinci’dir. Bizler de adına “öğretmen” dediğimiz bu sanatçıların elinde birer Davut heykeline, birer Mona Lisa tablosuna dönüşmeyi bekleyen cevherleriz. Kimimiz dönüşebilen şanslılardan oluruz kimimiz sıradanlıkla sürdürürüz adına yaşam dediğimiz şeyi.

Benim eğitim hayatımda ilkokul öğretmenim rahmetli Mustafa Şahin’den sonra en önemli öğretmen figürü 50. Yıl Ortaokulu’ndaki Türkçe öğretmenim Şadiye Çaylı’dır mesela. Yazılı ifade yeteneğim olduğunu fark ederek ödüllendirircesine beni yazmaya sevk eden, yazma konusunda beni sürekli cesaretlendiren Şadiye hocamdır. Şu anda da benzer yöntemler mi uygulanıyor bilemem ama öğrenci olduğumuz dönemlerde Türkçe yazılı sınavlarındaki genel usul şuydu: İlk 5 veya 6 soru klasik açık uçlu sorular olurken, son soru (ve tabi puanı itibarı ile en değerli soru) kompozisyon sorusu olurdu. İlk sorular onar puan değerinde ise kompozisyon sorusu 40 puandı ve oradan tam puan almak olanaksıza yakın zorluktaydı. Ortaokulda bunu başardım Şadiye hocamın bir Türkçe sınavında. Sınav sonuçlarını ilan ettiği derste, normal uygulamasının aksine sınav kağıdımı bana vermiş tüm sınıfa okutmuştu yazdığım kompozisyonu. Nasıl gururlandığımı dün gibi anımsıyorum. Zira saygıdeğer hocam bu davranışı ile başarıyı ödüllendirmenin nasıl bir motivasyon olduğunu göstermişti. Bugün cesaret gösterip bu satırları yazıyor ve sizlerin ilgisine ve beğenisine sunuyorsam temelinde yaşadığım bu anekdot yatar. 

Eğitim hayatında önemli bir figürü olma konusunda rahmetli annemin bir öğretmenini ve ondan aktardığı bir sözü sizinle paylaşmak isterim. Ama yine öğretmen okulu sıralarına dönmemiz gerek bunun için. Annemin kuşkusuz adını en çok andığı öğretmen olan Emil Doğan Taşlı hocanın veciz söylemleri konunun özünde olan. Benim de annemden pek sık duyduğum, ancak tam anlamıyla özümsemek için üzerinden bir hayli zaman geçmesi gereken şu söz kanaatimce çok çok önemlidir: 

Kız çocuklarını okutmayan milletler, hüsranına ağlasın!” 

Kendi içinde ciltlerce bilgiye eşdeğer ölçüde anlam ihtiva eden bir veciz gerçekten. Hayatın her alanında kadınların daha çok var olmaları gerektiğine inanan biri olarak ben de altına imzamı atarım bu sözün.

            Günümüzde, özellikle de son birkaç yıl içerisinde öğretmenlik mesleği ve kavramının içinin de, diğer birçok şey gibi sistemli bir biçimde boşaltılmaya çalışıldığına üzüntü ve endişe ile şahitlik ediyoruz. Düşünsenize; “ücretli doktor” ya da “ücretli mühendis” vb. kavramların olmadığı ve olmasının garip karşılanacağı bir yerde, öğretmen açığı varken kadro verilmeyip üç-otuz paraya diğer öğretmenlerle aynı işi yapmak zorunda kalan ücretli öğretmenler diye bir acı gerçeklik var. Adına öğretmenlik meslek kanunu denilen “şey” ile dejenerasyon zirve noktasına ulaşmakta maalesef. Öğretmenleri ve öğretmenliği sınıflara ayırmak yapılabilecek en büyük hatadır ve üzücüdür ki bu garip durum yasal ancak hakkaniyetli olmayan bir duruma evriliyor. İyi niyetli düşünerek bir “hata” olduğunu söyleyebileceğimiz bu durumun düzeltilmesi, çevresi eğitim neferleri ile dolu biri olarak en büyük dileğim. 

Yukarıda gördüğünüz fotoğraflara gelince; sınıfa girdiğinde kendisine yer vermek isteyen öğretmene,

Öğretmenlik üst makamdır!” 

diyerek dersi ayakta dinleyen, yegane Başöğretmenimiz Atatürk! Savrulduğumuz nokta ise 2019 yılında, hem de bir öğretmenler gününde öğretmen sandığı gazeteciye “ayar vermeye” çalışan devlet memuru vali…

Bu haftalık bu kadar. Tüm eğitimcilerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyor, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum değerli okurlar. 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.