GAZETECİLİK ÜZERİNE
- Telegram
Merhabalar değerli okurlar. Bu yazımda sizlere haddim olmayarak gazetecilik konusunda azıcık ahkam keseceğim. Gazetemizin imtiyaz sahibi Sayın Elif Sarıhan gibi deneyim sahibi bir gazetecinin olduğu bir ortamda bu yapacağım şey biraz tereciye tere satmak gibi olacak gerçi ama bunun hoş görülebileceğini umuyorum.
Bendeniz yıllar önce hatalı bir tercih sonucu sanki diğerleri eğriymiş gibi “düz lise” adı verilen, şimdinin Anadolu Liselerine gitmek yerine meslek lisesine gönderilerek üzerinde ince işçilik yapılması gerekirken balta ile şekillendirilmeye çalışılmış bir birey olarak her zaman gazeteci olmak istedim. Meslek lisesine gitmemiş olsaydım eğitim ve iş kariyerlerim çok çok değişik olurdu, bundan eminim. Neyse, bu ayrı bir yazının konusu. 20. Yüzyılda bu dünyaya arz-ı endam etmiş biri olarak görsel ve dijital medya diye bir şey yokken insanların bayilerden gazete aldığı dönemde yaşadım ben. Dolayısıyla o günlerin efsane isimlerini önce duyarak sonra okuyarak öğrendim. Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu gibi isimler, şimdiki nesil için sıradan ad ve soyadlar olsa da benim jenerasyonum onları başarılı gazeteciler olarak tanır. Yaşarken mesleki birer efsaneye dönüşmeleri beklenirken maalesef faili meçhul suikastlerin kurbanı olarak bu mertebeye erişti söz konusu isimler. Bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki gazeteci olarak yaptıkları asla ama asla kalemlerini satmamaktı. Ucunda ölüm de olsa doğruyu, merakla bekleşen kitlelere ulaştırmaktı çabaları. Ruhları şad olsun.
Evet, merak… Gazeteciliğin temelinde merak yatıyor. Gazeteci öncelikle kendi merak eder, bu merakını tatmin ettiğinde, yani olayların ayrıntılarını öğrendiğinde elde ettiği bilgileri ahlak süzgecinden geçirerek başka insanlara aktarma aşamasına geçer. Aslında bu aşama, gazeteci olmayan sıradan insanlarda “Bir şey söyleyeceğim, ama benden duymuş olma!” sözüyle kendini gösterir, ancak çoğu zaman benden duymuş olma uyarısının altında yatan neden, elde edilen bilginin ahlak süzgecinden geçirilmemiş olmasıdır. Oysa gazeteci çoğu zaman bu uyarıyı yapma gereği duymaz. Aksine altına imza atar, diğer meslektaşlarını “atlatmış olmanın” derin hazzıyla… Aslında bu yazdıklarımı “di’li geçmiş zaman” kipiyle anlatmam gerekirdi sanırım. Zira günümüzde kalemini satmayan, ucunda ölüm de olsa doğruları söylemekten çekinmeyen, kitlelere bilgi aktarırken ahlak süzgecini kullanan gazetecilerin nesli tükenmek üzere maalesef. Bu gözler kimleri kimleri gördü. Tetikçilik yapmak için evrak taşıyan “bavulcu” gazetecileri(!) mesela. Ya da aynı görüşleri paylaşmadığı insanlara galiz küfürler edebilecek kadar alçalanları… Ya da yerelde belediyeye ait mekanları sorgusuz sualsiz ve daha da önemlisi ihalesiz devralıp işleten tipleri… Bunların ortak özelliği, omurgasız ve her dönemin adamı olmaları.
Tabii her ne kadar doğru bildiklerimizi aktarmaya çalışsak da benim gibi amatör bir ruhla bir şeyler yazmaya çalışanların ortaya koydukları, biraz da öznel düşünceleri olmakta. Dolayısıyla okuyucudan beklenen bunları tamamıyla doğru kabul edip hayatına devam etmesinden çok, aktarılanları kendi dünya görüşü ve gayreti çerçevesinde bir sağlamaya tabi tutması aslında. Burada (bir nevi) görev kabul edilmesi gereken nokta da şudur ki okuyucu, araştırıp irdelemeye sevk edilmeli. Çünkü holdingleşmiş ana akım medya, bilgi vermeyi bir tarafa bırakıp yönlendirme gibi bir misyon üstlenmiş durumda. Hatta bununla ilgili şöyle bir fıkra anlatılır:
Papa, New York’u ziyaret edecektir. Deniz yolu ile kente ulaşıp karaya ayak basar basmaz bir gazeteci yanına yaklaşır ve sorar: “Papa hazretleri New York’taki kumarhaneler için ne düşünüyorsunuz?” Papa şaşkınlık içinde sorar: “New York’ta kumarhane var mı?!” Ertesi gün gazetede şöyle bir sürmanşet vardır: “PAPA NEW YORK’A ADIM ATAR ATMAZ SORDU: NEW YORK’TA KUMARHANE VAR MI?”
Hepinize “Gasteci”lerden uzak, mutlu günler diliyorum değerli okurlar.