YU - Pİ

YU - Pİ
Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A+ A-

 

         Merhabalar değerli okurlar. 1930 İzmir doğumlu birinden bahsedeceğim bugün size. Kökleri 1492’de İspanya’dan sürgün edilen Sefarad Yahudisi bir aileye dayanan bu çocuğun babası, İzmir’in işgali sırasında Basmane Garı’nda katiplik yapan ve işgal kuvvetleri hakkında hayati öneme sahip bilgileri Anadolu’ya, cepheye gizlice aktaran İsak’tı. İsak, Kuvvayı Milliyeci idi. İsak’ın oğlu, ulusal Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanıp İzmir de vatanımız gibi işgalden kurtulduktan sonra, daha 7 yaşındayken, Nazilli basma fabrikasının açılışı için Aydın’a gelen Atatürk ile tanışma fırsatı yakaladı. Hatta birçok kişi onu “Atatürk’ün leblebilerini aşıran çocuk” olarak tanır. Doğup büyüdüğü evde Atatürk’ten saygı ile bahsedilmeyen tek bir gün bile geçmediğinden, müthiş bir Gazi Paşa hayranlığı ile büyümüştü. Ulu Önderin yaşadıkları yere geleceğini duyunca “illa ben de görmek istiyorum” diye tutturdu ve babası İsak onun bu ısrarına dayanamadı. Elinden tutarak istasyona götürdü onu. Atatürk kısa bir konuşma yaptı. Vakit geç olmasına rağmen istasyon hala kalabalıktı. Çocuk, babasının elini bırakıp ufak ufak Atatürk’ün yanına yaklaştı. Gazi, kendisini hayranlıkla dinleyen bu küçük adamın saçını okşadı ve konuşması bittiğinde elinden tutarak babası İsak’a başıyla “gel” işareti yaptı. Trene binip Atatürk’ün vagonuna geçtiler. Gazi, çocuğu karşısına oturttu ve çevresindekilerle sohbete başladı. Derken içecek ve leblebi servisi yapıldı. Leblebi kasesini küçük adamın önüne doğru ittirdi Atatürk. Çocuk hepsini yedi. Getirilen ikinci ve üçüncü kaseleri de cebe indirdi çocuk. Atatürk çevredekilerle sohbeti sırasında göz ucuyla ve gülümseyerek bu minik leblebi canavarını izlerken “Adın ne?” diye sordu. “Hanri” diye cevapladı onu ufaklık. Ardından “Okul nasıl?” ve “Okulda herhangi bir eksiğiniz var mı?” sorularını yöneltti Hanri’ye. Hanri, Ata’nın tüm sorularını cevapladı ancak adını söyledikten sonra sorulmasına alışkın olduğu “Neden Ahmet, Mehmet değil?” ya da “Rum musun Ermeni mi?” sorularına muhatap olmadığına şaşırmıştı. İleriki yıllarda o anları anlatırken “İlk defa o zaman azınlık olmadığımı hissettim. O gün Türk oldum!” diyecekti. O çocuk beyaz et sektörünün Türkiye’deki öncülerinden biri olacak olan Hanri Benazus’tu. Ne Mutlu Türk’üm Diyene vecizesinin vücut bulmuş haliydi. 

         Çıraklıktan başladığı iş hayatında ülkemizin ilk beyaz et işleme tesislerinden birinin, yumurta – piliçin kısaltması olan Yu-Pi’nin kurucusu olan Benazus, Türk Futboluna yetenekli oyuncular kazandırmış, İzmir’in ve ülkemizin köklü spor kulüplerinden biri olan Altay’ın da bir süre başkanlığını yaptı. 80li yıllara değin deyim yerinde ise fırtınalar eşliğinde devam eden iş yaşamından sessizce çıktı. 

         Müthiş derecede geniş bir Atatürk fotoğrafları koleksiyonuna sahip oldu zaman içerisinde. Öyle ki kişisel koleksiyonundaki fotoğraflardan bazıları devlet arşivinde bile yoktu. 30 bine yaklaşan sayıda fotoğraf topladı. Bunlardan 10 bin kadarının (çekildiği yer ve zaman ile çeken kişinin adını içeren) künyesi varken kalan 20 bin kadarı anonimdi. Neredeyse 100 yıl önce çekilip basılan fotoğraflar, bozulmasınlar diye banka kasalarında, özel havalandırma ve ilaçlama teknikleri ile korunuyordu. Her birinin ayrı hikayesi vardı; hatta içlerinden ikisini almak üzere günübirlik ABD’ye gitmişti! 1984’te ABD’li bir fotoğrafçı Hanri’ye telefon ederek Atatürk fotoğrafları biriktirdiğini duyduğunu ve elinde daha önce hiç kimsenin görmediği iki fotoğraf olduğunu söyleyince temkinli bir heyecanla araştırdı. Doğruydu. Fotoğrafçının babası gazeteciydi ve bir röportaj için 1921’de Çankaya Köşkü’ne gelmiş ve söz konusu fotoğrafları çekmişti. O güne değin hiç yayımlanmamış olan bu fotoğrafları almak üzere New York’a giden uçağa bindi. La Guardia havaalanından doğruca fotoğrafçının Manhattan’daki dükkanına gitti. Daha önceden sözleştikleri şekilde nakit götürdüğü parayı çanta ile teslim edip fotoğrafların cam negatiflerini aldı. Aynı süratle La Guardia’ya dönüp, kalkan ilk uçakla Türkiye’ye döndü. Götürdüğü meblağın kaç para olduğunu asla söylemedi. Küçük bir servetti elbette ama “ülkeme kazandırdığım fotoğrafların maddi karşılığı olabilir mi?“ diyerek her daim gösterdiği tevazusunu bir kez daha gösterdi. Ömrü boyunca hiç fotoğraf satmadı bu arşivden. Maddi- manevi hiçbir menfaat beklemeksizin, kendi adının bile kullanılmasını istemeden, sergilerle, konferanslarla halkımızı buluşturmaya çabaladı. 2021 yılında tüm bu arşivi İzmir Büyükşehir Belediyesine bağışladı. 

         Bu yılın başında, Ocak ayında yitirdik bu güzel insanı 93 yaşında. Geçimini büyük ölçüde beyaz et ve yumurta sektöründen sağlayan Göynük halkının da tanıması ve bilmesi için paylaştım bu müthiş yaşam öyküsünü sizlerle. 

         Hiçbir yurttaşın ötekileştirilmediği, mutlu ve sağlıklı günler diliyorum tüm okurlarımıza. 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.