LİYAKAT, NEPOTİZM ve ETİK

- Telegram
Merhabalar değerli okurlar. Otel felaketlerinde dünya sıralamasına giren Kartalkaya otel yangınının üzerinden yaklaşık bir hafta geçti. Bu süre tartışmalarla doluydu maalesef. Yetki-sorumluluk vs derken yıkılan aileler, sönen ocaklar, yaralılar gölgede kaldı.
Gölgede kalan ve hiç kimsenin suya sabuna dokunmaz bir tavırla es geçtiği mevzu, etik yani ahlaki değerlerdi desek sanırım hata yapmış olmayız. Adli süreç devam ettiği müddetçe bu platformlardan kişisel fikrimizi beyan etmemiz doğru olmaz. Süreç tamamlandığında, yani vakti geldiğinde bizim de birkaç sözümüz olur elbet bu facia ile ilgili olarak.
Benim üzerinde durmak istediğim asıl konuya dönelim. Siyasette iktidarıyla muhalefetiyle liyakatsizliğin ve adam kayırmanın gün geçtikçe derinleşen yüzü ile karşılaştığımızın farkındasınız değil mi? Genellikle seçimle göreve gelenlerin oğlunu / kızını, damadını, gelinini, yeğenini, kuzenini bilumum aile efradını alt kadrosundaki görevlere getirdiğine şahit oluyoruz. Sadece seçimle değil atamayla belli görevlere getirilenler de “benim ne eksiğim var?!” dercesine aynı yolları tercih etmekteler. Gün geçmiyor ki X Üniversitesi rektörü, bir yakınını bölüm sekreteri ya da genel sekreter olarak atamamış olsun.
Aslında çok ince bir çizgi var burada. Yakın aile bireylerinin bazı görevlere atanmasında liyakatli davranılmış olabileceği gibi atandığı konu ile ilgili hiçbir birikimi olmadan görevlendirilenler de olabilir. Çizginin bir milim ötesi aile kayırmacılığı yani NEPOTİZM iken, bir milim gerisi de göreve her açıdan uygunluk yani LİYAKAT olabilir. Aslında doğrusu, nepotizm ve liyakat tartışmalarının odağında hiç kalmadan bu işlerin ahlaki çerçevede değerlendirilmesi. Bununla ilgili bir küçük anekdot aktarmak isterim yeri gelmişken:
Vaktiyle çok iyi arkadaş olan iki lise öğrencisi, Milli Eğitim Bakanı ile görüşmek üzere bakanlığa giderler. O dönemlerde parlak öğrencilerin devlet bursu ile yurt dışına gönderilip eğitim almalarının sağlanmaktadır. Gençler de bahse konu burstan faydalanmak istemektedir. Bakan talepleri dinleyip gençlerden birini dışarı çıkartır ve kalan öğrenciye;
“Seni yurtdışına burslu gönderebilirim, ama arkadaşını gönderemem. Eğer onu da gönderirsem Bakan kendi oğluna torpil yaptı diye söz çıkarırlar” der. Söz konusu bakan Hasan Âli Yücel, burs verdiği öğrenci ileride dünyaca ünlü bir profesör olacak olan Gazi Yaşargil ve oğlu da şair Can Yücel’dir. Olayın bu şekilde cereyan edip etmediği biraz tartışmalı da olsa etik açıdan gidişatın böyle olması gerekliliği su götürmez bir gerçek.
2015 yılında aile kayırmacılığı ile ilgili bir yazı yazdığımı anımsıyorum. Aradan geçen 10 yıllık süreçte olumlu yönde değişen hiçbir şey olmadığını görmek üzücü ve umut kırıcı. (Yazarın Notu : Söz konusu yazıyı https://karakayatansel.blogspot.com/search?q=HAFIZadresindeki bireysel blogumdan okuyabilirsiniz)
Her yıl onbinlerce kişi kamuda memur olarak görev alabilmek için çabalıyor, sınavlara, mülakatlara giriyor. Hazırlık sürecinde kurslara, basılı ya da dijital kaynaklara milyonlarca lira para harcıyor. Buna rağmen kendi dünya görüşüne yakın diye, akrabayı taallukattan diye örneğin ömrü boyunca konusu ile ilgili tek makale okumamış insanlar yerelde ve genelde her düzeyden görevlere getiriliyorsa eğer burada herşeyden önce bir hak yenilmesi durumu vardır ve bu durumun dini inançlarla değil ahlakla yani ETİK ile açıklanması daha doğru olacaktır.
Kartalkaya faciasında hayatını kaybedenlere rahmet, geride kalanlara sabır ve yaralananlara da şifa dileklerimi bir kez daha sunmak isterim. Kartalkaya faciasının bu manada ahlaki çöküşten çıkış noktası olması umudu ile mutlu ve sağlıklı günler diliyorum tüm okurlarımıza.